3 Eylül 2011 Cumartesi

Farkına varmadan vazgeçtiklerimiz - Emre Özgüder


Döndüğümde akşam eve doluyordu, o da zaten şimdi benimle gelmişti. Gün boyu evde hiçbir şey olmamıştı, gün evden geçmemişti. İnsan yoksa gün de yok. Galiba uzun zamandır evi bu kadar somut haliyle ilk defa görüyordum. Sadece bir ev olarak, gerekli gereksiz mobilyaların, eşyaların topluca ve sözde bir düzende durdukları, giriş çıkışı kontrol altına alınmış, tuğla veya benzeri malzemelerden oluşan geometrik bir hacim olarak gördüm evi. Bu haliyle pek ev denebilecek bir durumu da yoktu zaten. Hâlbuki evi genellikle ailenin bir parçası ve neredeyse bir canlı gibi algılamışımdır. Bu hali üzüntü verici; ama her yıl yazın böyle bir dönem oluyor. Benim parayla satılan gereksinimleri yerine getirebilmek için çalışmam gereken ve bu nedenle tatil programının iyi ihtimalle bir bölümüne katılamadığım bir dönem oluyor. Her defasında da aynı duygulara kapılmaktan kendimi alamıyorum. Bilmiyorum, sanki evde gün boyu yaşananlar duvarlara, kumaşlara siniyor ve akşamına hala sezilebilir mi oluyorlar ki, gündüz kimsenin olmadığı bir eve akşam girmenin böyle bir boşluğu oluyor.  Galiba sadece o kadar da değil, akşam girdiğim evin boş olması bu duyguyu daha da arttırıyor. Mutluluğun bile parayla satın alınabileceğine dair kanının son derece yaygın olduğu şimdiki zamanda, galiba parayla satın alınamayacak kalan az şeyden biri bu. Bir yaşamı ve evi paylaşıyor olmak. Ve böyle bakıldığında da, parayla çözülebilecek her tür günlük sorun, kabarmış parke, çizilmiş cila, nedense artık eski moda görünen bir eşya, sorun olmaktan çıkıp bütünüyle anlamsızlaşıyor. Eşyalar satılırken güzel değiller. Marka ve etiketleri ne olursa olsun, onlar satılırken güzel değiller, hiçbir anlamları da yok. Sadece akıllı tasarımcıların ve pazarlamacıların kattıkları kurnaz ama sahte vaatlerle parlatılmış durumdalar. Onu güzel bulan da, başarılı olabilirse güzel yapan da insanın, kullanıcının ta kendisi.  Fark ediliyor bazen, gördüğünüz bir mobilya sanki hala mağazada duruyormuşçasına cansız olabiliyor onu gördüğünüz yerde. Ya da tam tersi, bildiğiniz bir eşya gördüğünüz yerde çok da mutlu ve güzel olabiliyor. Yaygın bir yanılgıda bu tür sahneleri kopyalamaya çalışmakla ilgilidir. Orada hikâye, resmi çekilebilir olanda değil, kopyalanamaz olan kullanıcının toplam yaşam görgüsündedir. Aç gözlülükle kandığımız satış kompozisyonlarındaki hile de buradadır. Çalışmaktan ve para kazanmaktan, ticaret yapmaktan, bir kitap bile okumaya gücü de zamanı da kalmayanlara sehpaları üstünde yığılmış kitaplarla pazarlamak en kolayıdır. O sehpa, evde kuru haliyle kalmasın diye süslendiği dergiler yenilenmediği sürece de bu defa zamanla dişçi bekleme salonuna yakışır bir hale gelerek kullanıcısını yine mutsuz eder. Hayattan bu dekorları ayıklamak gerekiyor. Bu anlamda gerçekten dürüst olmak gerekiyor. Eşyaların hayatta yerleri olabilmeleri için şık veya markalı veya moda olmaları hiç gerekmiyor. Her zaman hatırladığımız büfenin camlı kapağının menteşesinin ve camının usulca açılırken çıkardığı ses oluyor. Büyükannenizin akide şekerlerini hatırlıyorsunuz, onları nasıl yine de gizlice ve ses çıkarmadan kapağı açıp aldığınızı hatırlıyorsunuz. Büfenin ne rengi, ne meşe mi, ceviz mi olduğu, o hatırladığınız ve tekrar tekrar yaşadığınız duygu toplamında kendine hiçbir zaman yer bulamıyor.
Eve döndüğümde her zaman üstünde boya kalemlerinin, bir iki oyuncak, birkaç yeni yapılmış resimle görmeye alışık olduğum sehpayı bomboş görmek, yani sehpayı olduğu kadarıyla görmek beni şaşırtıyor. Bunu sehpayı alırken de düşündüğümü hatırlıyorum. Gerçekten belli bir en, boy, yükseklik dışında hiçbir şeye ihtiyaç olmadığını düşünmüştüm; çünkü geri kalanını sağlayacak olan kızımdı. Beraber üretildiği binlerce benzerinden onu farklı kılacak olan buydu, bu yüzden gerçekten başka hiçbir şeye ihtiyaç yoktu. Zannettiğimiz gibi kolay temizlenebilir olması bile gerekmiyordu. Üstünde oluşan izlere kir demek yanlış olur. Sehpanın o hali bütün bir günü anlatıyor ve temizken ve boşken o sadece bir sehpa. Ve normalde görmeye alışık olduğum hali de kopyalanabilir, tekrarlanabilir bir şey değil. Parayla satın alınabilir bir şey de değil.
Belki asıl çözülmesi gereken, para kazanmaya çalışırken farkında olmadan vazgeçtiklerimizi, parayla yerine koyabileceğimiz konusundaki son derece boş umudumuz. En hızlı vazgeçmemiz gereken galiba bu. İçinde bulunduğumuz sistem her ne kadar bu konuda çok hevesli değilse de, en azından gücümüz yettiğince bu konuda ısrarlı olmakta yine de yarar var.   
Bu yazı İç Mimar Emre Özgüder'e aittir. Burada yayımlanmasına izin verdiği için kendisine çok teşekkür ederim. 

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Kırmızı (mor) erik ve kızılcık üzerine kısa bir not

Kırmızı (mor) erik: Bol B vitamini ve magnezyum/potasyum içerir. Aynı zamanda bağırsakların düzenli çalışmasına yardımcıdır.
Meyve ve sebzeler renkleri koyulaştıkça antioksidan değerleri artıyor.

Kızılcık: Diğer tüm koyu renkli meyvalar gibi (çilek - böğürtlen - ahududu - siyah üzüm - kara dut- kırmızı erik - mürdüm eriği...) çok faydalıdır. Ağustos ayından Ekim ayına kadar bol miktarda tüketebilirsiniz. 
Kızılcıkta bol miktarda flavanoid (izoflavon), karotinoid ve müthiş bir antioksidan olan melatonin bulunur.



25 Ağustos 2011 Perşembe

Baktığın ne? Nerden bakıyorsun? Ne görüyor ruhun? 'Şimdi'lik gözlerini bırakırmısın bir kenara?

...that nothing is ever as bleak as it looks. Everything, in fact, is a blessing.


I know, I know... that is sometimes very hard to believe. How can a suddden, calamitous event in one's life be a blessing? It takes a longer view, I know, to see this wonderful truth. Even a diagnosis of a terminal illness could be seen as another gift from life when experienced from a particular perspective.

It is an opportunity for us to express once again, at the next highest level, Who We Really Are. And, if it turns out that, at the Soul level, we have indeed decided to leave our present physicality in this particular way and time, that, too, would be an expression of our Highest Self. And so, all "calamities" are blessings, not yet understood by the Mind. God knew this was a good day for you to hear this...

N.Donald Walsh 

21 Ağustos 2011 Pazar

Duygularınızı saklamayın - içinizi tıkış tıkış sıkıntılarla doldurmayın n'olursunuz yapmayın bunu kendinize... hücrelerinizi üzmeyin, bağışıklık sisteminizi güçlü tutmak sizin elinizde... KONUŞUN VE ATIN İÇİNİZDEN !

Aslında kolay olmadığını biliyorum...
Bazen duygularımızı dile getirmek ne kadar da zorlar ruhumuzu... 
Hastalanmadan önce, vücudumuzun çeşitli organlardan oluştuğunu ve her organın milyonlarca hücreden meydana geldiğini biliyordum tabii ama bu sadece 1+1=2 kadar pek te NASIL? sorusunu sormaya ihtiyaç duymadığım bir bilgiydi. 
Hücrelerimiz zaman içinde büyüyüp bölünerek organlarımızı yeniliyorlardı... ve daha bir çok mucizevi şey! 


Peki hücrelerimiz nasıl sağlıklı olabilirler?
İşte bu sorunun cevabını yaşananlar verdi bana... 
Cevap basit;
  • küçük mutluluklarla 
  • düzenli spor yaparak
  • sağlıklı beslenmeye dikkat ederek
  • temiz hava ile - oksijen oranı yüksek yerlerde bulunarak, 
  • paylaşarak
  • 'olan' ları oluruna bırakmayı öğrenerek
  • kendinize zevk alacağınız bir hobi edinerek
  • başkalarının yararına bir şeyler yaparak
  • bir şeyler yaratarak 
  • ilgilendiğiniz konularda kitap okuyarak
  • alternatif beslenme ile ilgili bilgi edinerek
  • beraber olmaktan hoşlandığınız insanlarla vakit geçirerek
  • gülerek, kahkaha atarak
  • müzik dinleyerek, sanata dair bir aktivitenin içinde yer alarak
  • canınızı sıkan olaylardan uzak durarak
  • kendinizi severek, 'hayat'ınızı renklendirmenin sizin elinizde olduğunu hissederek
  • doğaya güvenerek
  • doğayla zaman geçirerek
  • severek, sevilerek, sarılarak...
  • 'dış' denizlere değil - 'iç' denize bakarak
Siz size neyin iyi geldiğini bilirsiniz, ta içinizde hissedersiniz.
O zaman durmayın ve hücrelerinize iyi bakın! 

16 Ağustos 2011 Salı

Seviyorum seni ey hayat... bütün hücrelerimle...

KARŞILIKLAR

-Yaşıyor muyum,yoksa öldüm mü
Diye sordu biri ötekine
-Ben neden yaşadığımı sormaktayım
Yıllardır kendime

-Beni gerçekten seviyor musun
Diye sordu ilk yaz kırlangıca
-Bir gün kendimi öldüreceğim
Dedi adam yargıca

-Öğleye ne yemek pişireyim
Diye sordu kadın kocasına
-Tüm okyanuslarda yüzmek isterdim
Kahrolası sınırlar olmasa

-Adamı neden öldürdünüz
Diye sordu yargıç katillere
-Seviyorum seni ey yaşam
Bütün hücrelerimle...

Ataol Behramoğlu 

12 Ağustos 2011 Cuma

Taze fındık zamanı geldi ! Ceviz ve bademi ihmal etmeyin !

Kemoterapi sırasında vücudumuza faydalı olacak kuruyemişleri ihmal etmeyin. 
Şimdi taze fındık ve ceviz zamanı... Pazarlarda kabuklu olanlar satılıyor, onları tercih etmekte fayda var. Hem kabukları kırmak ta çok zevkli:) 
Saymakla pek bitmeyecek yararlarından bazıları;

   FINDIK    
  • Vücudumuzun ihtiyacı olan proteini rahatlıkla fındıktan karşılayabiliriz
  • Kansızlık, sindirim ve dolaşım sistemi bozukluklarını önlemede gerekli olan demiri içerir.
  • Bedeni ve zihni yorgunluğu giderir, vücuda kuvvet verir, nekahet devresinin çabuk geçmesini sağlar.
  


   CEVİZ
  • Cevizdeki yüksek orandaki omega-3 yağ asitleri kalp hastalıklarını, diyabeti, yüksek kan basıncını ve klinik depresyonu azaltıyor.

  • Cevizdeki fitosteroller, kalın bağırsak, göğüs ve prostat kanseri gibi kanser türlerinde koruma sağlıyor ve bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Sanal ortamda over kanseri hakkında yazılan her bilgiyi ciddiye alsaydım eğer, hangi anti-depresan beni depresyondan kurtarırdı bilmiyorum...ya da kurtarabilir miydi?

Ameliyatlarım bittikten sonra hastalıkla ilgili hiç bir bilgi araştırmadım. Hatta aylarca bilgisayarımı bile açmadım, açamadım... 'can' la başla kendimi iyileştirmeye uğraşırken, bir makinayı açıp saatlerce önünde oturacak gücüm de yoktu zaten. Doktorlarım bana yeteri kadar bilgi veriyorlardı. Daha fazlasını düşünemiyordum bile. 

Son bir kaç haftadır başka konular ile ilgili araştırmalar yaparken, bir iki anahtar kelime ile arama yaptım. Karşıma çıkan sonuçlar akıl karıştırmaktan başka bir işe yaramadı. İyi ki teşhis konulduktan sonra hızımı alamayıp bilgisayarın başına geçmemişim. 

Size tavsiyem doktorlarınızla herşeyi konuşun, sorularınızı sormaktan çekinmeyin ama lütfen çeşitli sitelere girip hastalıkla ilgili derin bilgiler edinmeyin. Okuduklarınız genel bilgiler olacak ama hepimiz 'özel'iz ve herbirimizin hastalığa ve tedaviye vereceği cevap genel bilgilere sığmayacak kadar mucize dolu! Mucizelere inanın!  
İnanın bana, doktorlarınız sizin durumunuzu, yaşantı şeklinizi, beslenmenizi, yaşınızı, hastalığın evresini, tüm ihtimalleri göz önünde bulundurarak cerrahi müdahelede bulunuyor veya tedavi yöntemlerini uyguluyorlar.  

Herşeyden önce, kendinize ve hayata sarılın :)

Bakın bakalım nasılmış 'hayat' daha yakından bakınca!  

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Pırlantalar - pas ve sardunyalar...


Şarkının orjinal adı 'DIAMONDS AND RUST'. 
Joan Baez-video

Türkçe karşılığı 'PIRLANTALAR VE PAS'.
Joan Baez.
Lise zamanım. Tam anlamıyla fink atıyordum bu koca şehrin hep özlenen seçkin mekanlarında...
Geceyarısı taksiyle eve dönerken kimse plakasına bakmıyor bile. İçimiz rahat evimize dönüyoruz. Endişesiz...
Defne Suman gitar çalıyor ve en sevdiğimiz Baez şarkısını söylüyor.
Ahh Defne!  Nerden bilebilirdim yıllar sonra bu şarkının bana neler anlatacağını...

Pas tutan ne kadar çok şey gördük. Pas tutan dostlarımız oldu, aşklarımız, sözlerimiz oldu, eskittikçe eskittik onları, güzelleştiler... Bazılarını kaldırıp koyduk rafa, unuttuk gitti. Bazıları başucumuzda kaldı...

Pırlantalar zamanı şimdi... Yepyeni, pırıl pırıl, ışıklı ve şık günler var önümüzde. Göz kamaştıracak güzelliklere şahit olacağız daha.

Geleyim sardunyalara, bilirmisiniz ne kadar güçlü olduklarını?  Susuzluğa, sıcağa ve soğuğa karşı çok dayanıklıdırlar ve çok sık filiz verirler. 





Dallarından kırıp yeni saksılara ekiyorum onları, yeni hayatımda bana eşlik etsinler istiyorum. Beraber büyüyelim bu kez... 
Rengarenk! Sağlıklı! Parlak!

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Şimdi siyah üzüm,böğürtlen,ahududu,yabanmersini mevsimi - kaçırmayın!


  • Bu meyveleri iki günden fazla bekletmeden ve taze olarak tüketmeye özen gösterin. 
  • Böğürtlende ki antioksidanlar ve renk veren maddeler bağışıklık sistemini güçlendiriyor ve kanser türlerine karşı koruyucu etki taşıyor.
  • Ahududu vücudumuzda ki zehirli maddeleri (toksin maddeleri) dışarı atar, kanı temizler ve dinçlik verir. 
  • Yaban mersini (mavi yemiş)  damarlar üzerinde etkilidir.

21 Temmuz 2011 Perşembe

Adam yürekli bir adam... Kamer Akdülgeryan

Bir kitap yazdı Kamer. Gerçekleştirmeyi en çok istediği hayallerinden biri olduğunu çok iyi biliyorum çünkü onu ilk tanıdığım zaman bile elinde  küçük not kağıtları ya da peçete vardı, sabah gün doğana kadar hem müzik yapar, hem yazardı...
Tesadüf değildi bizim tanışmamız çünkü tesadüflere inanmayacak kadar 'ağır' ikizler burcuyduk ikimizde:) 
Kamer ikizler burcu olmakla övünür hatta! 
O adam gibi sever, adam gibi kızar, adam gibi bakar hayata...
Geçen gün sabah erken hastaneye giderken, kitabında yazdığı bir kelimeyi düşünüyordum... aradan bir kaç dakika geçmeden sokakta yürürken karşımda buldum Kamer'i... birden yoluma çıkmıştı. 

'... O insanın mutsuzluğunu kendi içinde hissedip, mutsuz olan ruhunun paslanmış ibresini, karşındakini mutlu etme pahasına, o anlık, gacırdaya gacırdaya, mutluluğa çevirmenin ruhuna nasıl bir ağrı verdiğini biliyormusun?
Resmen kan gelir ruhundan... 
Hadi şimdi sen her zaman yaptığın gibi yaslan arkana rahat koltuğunda...
Al kağıdı, kalemi de eline...
At üst üste bacaklarını da...
Yaz bakalım kan kaybını durduracak bir ilaç, ruhuma..'

İçimde ki O...Çocuğu kitabından alıntıdır. (sayfa 124-125)

Biraz bekle, hele bir kendimi toparlayayım Anna Vissi çalacaksın bana...To Poli Poli !!!

Bu arada sen yollarıma çıkmaya devam et çünkü lazımsın bana bu kadar yüreksizin arasında.







19 Temmuz 2011 Salı

Bağışlarımızı Lösev'e teslim ettim - Lösemili Çocuklar Evi


Bu fotoğrafı sokaktan çektim...

O ağaçlar büyüsün de bahçedeki gölgeleriyle çocukların içlerini ferahlatsın diye... 

'Yarın' geldiğinde ağaçların gölgesinden başka HİÇBİRŞEY onlara gölge etmesin diye.

Bağışların toplanmasında bana yardım eden herkese tekrar teşekkür ederim. 
Yola devam arkadaşlar...

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Poyraz estiğinde de oluruna bırakmak!

Poyraz sert eser, üşütür, yeri geldiğinde kırar döker herşeyi.


Ben severim Poyraz'ı.


Kendine getirir insanı, şöyle bir silkeler ama sağlam tutar kafayı.


'Kafa nereye biz oraya gideriz' diyerek yaşamanın doğruluğunu hatırlatır bize. Olacak nasılsa olur, er ya da geç...
'Hayat' dediğim hediyenin kıymetini daha iyi anlamak için, Poyraz estiğinde de herşeyi oluruna bırakmayı öğrendim bütün bu serüven boyunca. Bir şeyleri sindirerek öğrenmek için, o yoldan yürümek gerek illa ki... Öyle uzaktan gazel atmakla olmuyor. 


Değişmeyen tek bir şey var; her ne olursa olsun her sabah gün doğuyor ve her akşam batıyor. Hiç durmadan, ara vermeden.
Bu yüzden diyorum ki, kafa nereye giderse ben de oraya...
Kurcalamadan 'hayat'ı kendi haline bırakmak.
Ne olacaksa zaten oluyor, olmayacaksa olmuyor.
Esas mesele, rüzgar sert estiğinde de herşeyi oluruna bırakabilmek...
'Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş' misali... :)

17 Temmuz 2011 Pazar

Lösev'e - 2.el bağışları teslim etmeye gidiyorum - 18 Temmuz 2011

Yarın topladığımız bağışları Lösev'e teslim etmeye gidiyorum. 
Sevgili dostlarım; Füsun'a, Selin'e ve Bengü'ye, kardeşim Aslı'ya, kızının eşyalarını kargoyla kapıma kadar gönderen Lale hanıma, anneme ve babama bu yolda bana eşlik ettikleri için,  sabırla her soruma cevap verip, konu ile yakından ilgilendiği için Şivenaz Ülkü'ye teşekkür ederim. 
Bu yol uzun bir yol...



Ahu Hanım günaydın
Levent’teki ofisimizi 3.Levent’teki Lösemili Çocuklar Evimize taşıyacağımızdan, sizi 18 Temmuz Pazartesi günü Lösemili Çocuklar Evimize davet etmek isteriz.
Görüşmek üzere,     
Şivenaz ÜLKÜ
Halkla İlişkiler
SEN DE KANSERE DUR DE!