17 Şubat 2012 Cuma

Kanser ve ben

Tanışalı 1 yıl + 2 ay olmak üzere iken yazıyorum bunları... 
Uzun bir yolculukmuş bu... 

Hani bazen yola çıkarken tam teçhizatımızla hazırızdır, nereye kaçta varacağımız, nerde duracağımız, nerde kalacağımız, kaç gün geçireceğimiz bellidir. Hatta tüm hava koşullarına göre giysilerimiz bavulumuzda durur ve bir çoğunu kullanmadan dönüş yoluna geçeriz. Her defasında da ne kadar fazla eşya aldığımızdan şikayet eder dururuz.

Kanser ile çıkılan yol, daha önce çıktığınız hiç bir yola benzemez. Hiç bir zaman hazırlıklı değilsinizdir. Bazen sizle dalga geçer gibi alır başını gider... kalakalırsınız!

Gidilen onca yol, onca ameliyat, ilaç, tedavi, kemoterapi, tomografi, emar, kan sayımı, bekleyiş, endişeden sonra hala yollardayız... Varacağımız yer bir gül bahçesi olacak biliyorum ama yol biraz dikenli.

Bu yolda tek bir şeyi hiç yapmadım; umudumu ve hayata duyduğum aşkı hiç kaybetmedim... moralimin bozulduğu anlar oldu tabii ama öyle bir yerinden tuttum ki hayatı ayağa kalkıp 'hadi! dedim kendi kendime, 'en güzel günler henüz yaşamadıklarımız ve sana söylemek istediğim en güzel söz henüz söylememiş olduğum söz.' 

Beyninizi ve yüreğinizi ne kadar sağlam ve aydınlık tutarsanız o kadar güçlü olursunuz unutmayın. 

Nazım'a ve Ekin'ime sevgiyle...

6 Şubat 2012 Pazartesi

Kanser tedavisinde spor yapmanın ve haraketli bir yaşam sürmenin önemi

Haraket ve moral... 
Vücudumuzun güçlü ve dirençli olmasını sağlayan en önemli etkenlerden... Her ikisi de bağışıklık sistemini güçlendirerek, vücudumuzun kanser dahil birçok hastalığa karşı savunmasında önemli birer silah.  Araştırmalar, stres ve depresyonunun kanser riskini artırdığını da ortaya koyuyor. 

Oksijenin kullanıldığı, yağların yakıldığı aerobik gibi egzersizler yararlı. Tüm kasları çalıştıran egzersizler gerekli, bunun en pratiği yürüyüş. Her gün ya da en azından haftada 3 gün, 30 ile 45 dakika arasında yapılmalı. Koşu, tenis, bisiklet, yüzme gibi sporlar da çok yararlı.
     
Araştırmaların psikolojik durumda bozulmalar, depresyon, sürekli gerginlik, üzüntü, kayıplar, stresler, çaresiz kalınan durumların, beyin ve beden işlevlerini olumsuz etkilediğini ortaya koyduğunu biliyoruz. Tüm bunlar bağışıklık sistemini zayıflatıyor ve dengesini bozuyor.

Yürüyün ve haraketli bir yaşamı tercih edin. 
Günde 30 dakika ile 45 dakika yaptığınız yürüyüşün sayılamayacak kadar çok faydası var. Herşeyden önemlisi bağışıklık sistemini dolayısıyla vücudun mücadele gücünü artırıyor.

Güç bulmak ve hormonların dengelenmesi için harakete ihtiyacımız var. Yürümek, moralimizi yükseltiyor çünkü beynimizdeki serotonin (mutluluk hormonu)seviyesini yükseltiyor.  
İyi yürüyüşler:)

31 Ocak 2012 Salı

Kanser ve tedavisinde oksijenin rolü

Biliyorsunuz kanser hücrelerinin en büyük düşmanı oksijen.

Kanserli hücrelerin oluşumunda oksijensiz ya da oksijenden fakir ortamın rolü büyüktür. Diğer yandan kanser hücreleri oksijen olmadan da yaşayabilmektedir.


Nobel ödüllü bilim adamı, Dr. Otto Warburg deney tüpüne embriyo hücrelerini yerleştirip onları oksijensiz ortamda yaşamaya zorladığında, bu masum hücrelerin kanser hücresi özelliğini kazandıklarını göstermiştir. Bu  " Normal hücrelerin sadece tek bir değişkeni değiştirmekle kanserli hücrelere dönüşebileceği anlamına gelmektedir". Normal hücreler oksijensiz kaldıkça enerjilerini oksijensiz solunum ile elde etmeye başlarlar, bu da yüksek oranda glikoz kullanmaları ve sonucunda da ürettikleri laktik asit miktarının artması anlamına gelir. Bu ise çevrelerindeki diğer hücrelerin beslenmesini bozmaktadır. Kanser hücreleri diğer sağlıklı hücrelerin aleyhine gelişmektedir.


Bütün bunların yanında vücudumuzda sürekli olarak normal fonksiyonlarının dışına çıkan ve tehlike yaratan hücreler ile bunları etkisiz hale getiren savunma sistemi hücreleri arasında bir mücadele yaşanmaktadır. Normal şartlarda savunma sistemimiz, bu değişime uğrayan hücreleri sessiz bir şekilde etkisiz hale getirmektedir. Ancak savunma sistemimiz bir şekilde zayıflayıp, bu işlevini yerine getiremediğinde, bu anormal hücreler kontrolsüz bir şekilde çoğalmaya başlamakta ve sonuçta yaşamımızı tehdit eden tümörleri oluşturmaktadırlar.


Oksijenden zengin ortam oluşunca kanser hücreleri üreme yeteneklerini yitirirken, diğer hücreler yaşamlarını daha sağlıklı bir şekilde sürdürmektedir.


Oksijen azlığı kanserli hücrelerin yayılımını kolaylaştırmaktadır. Oksijen azlığında agresifleşen kanser hücreleri yayılmaya başlar.
 
http://www.ozonterapist.com/kanser-ve-ozon adresinden alıntıdır.


Oksijen ile yok edeceğiz kanseri...

Oksijen oranı yüksek olan yerler bulun ve  
ara sıra da olsa bir kaç gününüzü oralarda geçirin. 

Ülkemizde Kaz dağları (Edremit Körfezi)ve Datça bu konuda en bilinen yerler...    

28 Ocak 2012 Cumartesi

Yeni hayatıma doğru pupa yelken 7 - En uzak en yakın

Öyle keyfimiz yerinde, sağlığımız yerinde, işimiz gücümüz yerindeyken kendimizi küçük dünyalarımızın içine hapsedip gerçek ile pek te ilgilenmiyoruz. 
Elimizde, aklımızda ne varsa onunla yetiniyoruz.

Gerçek düşündürür çünkü, acıtır, gözünden yaş getirir insanın.

Dar çerçevelere koyuyoruz en sevdiğimiz fotoğrafları. Daraldıkça daralıyor dünyamız. Bilgisayarların başına geçip, (sosyalleştiğimizi) zannederek geniş ağlardan dünyaya açılıyoruz!  Ne kadar da çok aldatıyoruz kendimizi... 

Gerçek, en yakının en uzak oluvermesidir  aniden sen hastalanınca veya en uzak olanın başucunda oturup sana cesaret verip, iki kelimelik cümlelerle seni sarmalamasıdır.

Gerçek, doktorun hastasını yaşatma çabasıdır.
Gerçek, tanımadığn insanlar için iyi bir şeyler yapmaktır.  

Gerçek, en çok kendini aldatmaktır...
Gerçek, önce düşmek sonra kalkmayı öğrenmektir.

Gerçek, yeni hayatına doğru pupa yelken ilerlerken, eskiye ait hayalinde kalan insanları, yerleri, tadları, özlediklerini ve başka bir çok şeyi artık sevmemektir.

En uzaklar en yakın olduğunda,yenilik başlamış demektir.     






20 Ocak 2012 Cuma

Bağışıklık sistemimiz ne kadar güçlü ise bizde o kadar güçlüyüz - Kansere karşı karanlıkta uyuyun

Aşağıda okuyacağınız yazı 12 Mart 2005 tarihli Sabah gazetesi arşivinden alınmıştır.

Doktor Tevfik Dorak İngiltere'nin Newcastle Üniversitesi'nde kanser araştırmaları yapan bir Türk doktoru. Dorak'ın dünya tıp literatürüne geçmiş çarpıcı bulguları var. Bunlardan biri, karanlıkla kanser arasındaki ilişki.

KANSERE EN İYİ SİLAH, GECE SALGILADIĞIMIZ MELATONİN Dorak vücudun, hücre yenileyici ve bağışıklık sistemi düzenleyici melatonin hormonunu gece yani karanlıkta salgıladığını hatırlatıp uyarıyor: Karanlık ortamda uzun ve düzenli uyku bu salgıyı ve kansere bağışıklığı artırıyor.

KANIT: GÖRME ÖZÜRLÜLERDE KANSERLİ ORANI ÇOK DÜŞÜK Ünlü araştırmacı bu bulgunun kanıtı olarak da doğuştan görme özürlülerin kansere yakalanma ihtimalinin diğerlerine göre çok düşük olmasını gösteriyor. Önerisi şu: Uyurken bütün ışıkları söndürün, yapamıyorsanız uyku maskesi kullanın.



Kanser üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan ve İngiltere Newcastle Üniversitesi'nde görevli doktor Tevfik Dorak, geceleri karanlıkta uyumanın kansere karşı koruyucu etkisi olduğunu iddia ediyor. Geceleri vücudumuzun salgıladığı melatonin hormonunun kansere karşı koruyucu özellikleri olduğunu belirten Dorak konuya ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Kanseri önlemek için neden karanlıkta uyunması gerektiğini savunuyorsunuz?
Amerikalı Profesör Richard Stevens yıllar önce bir hipotez öne sürüyor ve bunu yayınlıyor. Tabii henüz deneysel ve gözlemsel verilerle desteklenmediği için kimse dikkate almıyor ancak bugün onun araştırmalarını bizim elde ettiğimiz bilimsel verilerin bir çoğu da doğruluyor. 500 yıl öncesine kadar güneş battığında hava kararır ve insanlar yatar uyurdu. Şimdi ise elektrik sayesinde bütün gece her yer ışıl ışıl ve hatta bazılarımız ışık açık uyuyoruz. Bu durum melatonin yetersizliğine yol açıyor. Modern dünyada her türlü tanı ve tedavi imkanları mevcut olmasına rağmen kanserde azalma olmuyor. Melatonin de bu konuda suçlanan faktörlerden. Körlerde kanser sıklığının az olması bu hipotezi doğrulayan unsurlardan biri. Tabii bunun tek nedeni menatonin değil ama destekleyici bir bulgu olarak alınabilir. Takip eden çalışmalarda bu sefer düzenli olarak geceleri çalışmak zorunda olan hemşire gibi meslek gruplarına bakılıyor ve düzenli olarak gece çalışan hemşirelerde meme kanserinin arttığı tespit ediliyor.

Melatonin hormonu kansere karşı koruyucu mu?
Melatonin beyinde yalnızca geceleri ve karanlıkta salgılanan bir hormon. Vücudun ayarı ile ilgili iş yapıyor. Yapılan çalışmalar melatoninin gerçekten kanseri önleyici etkileri ve hücresel hasarın onarımında çok önemli rolü olduğunu, ayrıca bağışıklık sistemini destekleyici etkileri de olduğunu gösteriyor. Yapılan hayvan deneyleri de melatoninin kanser ile direk ilişkisi olduğunu gösteriyor. Ayrıcakörlerin daha az kansere yakalanması da bunun bir göstergesi olarak ortaya çıkıyor.

'GECE KARANLIKTA UYUYUN'
Vücudun savunma mekanizmasını güçlendirmek için neler yapmalıyız?
Vücudumuzun yeteri kadar kendini koruma mekanizması var. Önemli olan bu mekanizmaların çalışmasına engel olmadan bu mekanizmaları destekleyici davranış biçimlerini geliştirmek. Örneğin düzenli olarak geceleri vakitli yatıp uyumamız vücudun kendini onarması için yapabileceğimiz en güzel hareket. Akşamları çok geç kalmadan tam karanlıkta yatıp uyursak vücudumuza en yararlı işlemi yapmış oluruz. Eskilerin dediği gibi erken yatıp erken kalkmak dışardan melatonin almaya veya antioksidan almaya gerek bırakmayacak bir durum. Bu tür savunma mekanizmalarına demir gibi maddelerle zarar vermemek ve melatonin salgısını azaltacak davranışlardan (ışık açık yatmak, televizyon karşısında uyumamak gibi) kaçınmak, akla gelen bazı basit tedbirler. Geceleri uyurken hiçbir şekilde yattığınız odada ışık bulunmaması gerekir.

Melatonin ilaç olarak alınırsa kanserden korur mu?
Melatonin özellikle Amerika'da ilaç olarak bulunan ve de en çok 'jetlag' için kullanılan bir madde. Bilinçsiz ve düzensiz kullanımı hiç bir şekilde tavsiye edilmiyor. Nedeni sadece geceleri yükselen bir hormon olması nedeniyle yüksek olmaması gereken gündüz saatlerinde kan düzeylerini yükseltecek şekilde ilaç alımının yarar yerine zarar vermesi. Yararı olan bir şeyi fazla almak zarar yaratabileceği için kaçınılması ama doğal yollarla vücudun kendi salgısını artıracak davranış kalıplarına geçilmesi daha uygun.

Hangi gıdalardan melatonin alabiliriz? Gıdalardan vişne, lahana ve badem fındık türü besinler melatoninden zengin. Ayrıca papatya çayı ve John's Wort diye bilinen bitkisel ürünler de melatoninden zengin. Bu tür gıdaların aksam saatlerinde alınması, gündüz alınmasından daha uygun olabilir.
Bağışıklık sistemi ile ilgili diğer yazıları okumak isterseniz;

http://hergunbirhediye.blogspot.com/2011/09/bagsklk-sistemimizi-nasl-guclendiririz.html

http://hergunbirhediye.blogspot.com/2011/08/duygularnz-saklamayn-icinizi-tks-tks.html




18 Ocak 2012 Çarşamba

Hararet bastı yüreğime - seni artık özlemiyorum

Demlenmek mi bu? 

Hüzün, hüsran çöker içinin -en- yerine. 
Hüzün ve hüsran ayrıdır aslında, benzemez de birbirine, ama yolları kesişir durur nedense.

Demlendim ben ortak, tıkır tıkır kaynıyor su, hararet bastı yüreğime. 

Kırılmış dalları vardır ağacın, aç kalmış duyguları insanların, korkuları vardır demedikleri, diyemedikleri, sevdaları hayalleri vardır hüzünlerin, iç geçirdikleri. 

Hüsran nedendir? Aşk mıdır ırak olan? veya gemiler su mu alır her defasında? 
Yalan bunun neresinde dersin?

Ömür boyu hapse mahkum mudur hüzün içimizde? Yakışmaz mıydı aşk bize? 

Eski bildiğin rüzgarların tadı damağımda, dolanır mı durmadan bu yürek? ne yapsam olmuyor be ortak.... zaptedilmeyen uğultu kafamda, kıyasıya dövüşüyor hislerim, iblislerin eseri mi bu olanlar, endişeler vuruyor poyrazlarıma, esiyor da esiyor...

Yangınlar olsun diyorum, su yolunu bulur, er ya da geç. Söner, diner bu telaş, bu koşturma.

Hayat tekrarları sever, ben sevmiyorum.

'KİTAP' adlı projemden alınmıştır.Her hakkı saklıdır © 25.07.2007 tarihli yazımdır.

17 Ocak 2012 Salı

Lösev için

Tedavi için hastaneye gittiğim günlerde Lösemi tedavisi olan o kadar çok çocuk ile tanışıyorum ki, onlar sadece benim yolumun kesiştiği bir kaç küçük insan... Bu ülkede tahmin edemeyeceğiniz kadar çok çocuğu tedavi etmeyi ve yaşamak için verilen mücadelesinde yanında olmayı Lösev bir görev biliyor... Memleketimde iyi insanların yaptığı iyi işler var ancak bunu görebilmek ve bilebilmek için hayata biraz daha büyük pencerelerden bakmak gerekiyor, kendi dünyamızın içinde değil de dışarda ki dünyada neler olup bittiğini anlayabilmek için... Ben onların annesi olacak yaştayım ve aynı zor günlerden geçtiğimizi kanser beni yere çarptığında  anladım. Onlar için tekrar 2.el giysi ve oyuncak toplamaya başladım. Giysilerin ve oyuncakların yıpranmamış ve temizlenmiş olması gerekiyor. Eğer ilgilenirseniz bana e-posta yoluyla ulaşabilirsiniz.

13 Ocak 2012 Cuma

Neler oluyor yollarda? Ben artık seni sevmiyorum.

Yola çıkarsın. 
Otobüsün buğulu camlarından hayat düşer yanına. 
Yenilmişsindir belki bir sokak kavgasında, ya da bir ağız dalaşında. 
Sessiz ama kalabalıktır yollar. Sürü ile yola çıkar insan. Özlem, söylenmemiş sözler, hüzün, aşk, yorgun bakan gözler, sesi derinden gelen bir şarkı, beklentiler, son gülüşler, mecburiyetler, vedalar, çevrilmiş sayfalar, yapılamamışlar listesi ile doludur çıkını.

Yalnız kaldı mı sırasını beklemeden çıkar oradan; özlem. 
Hep birşeyleri özleriz, hep özlenenin yerine birşeyler koyarız... avuturuz kendimizi, yüksek topuklu ayakkabılarımızı dolap köşelerinde sakladığımız gibi ağzı düğümlenmiş torbalarda saklarız özlediğimizi... Ağrıtır,acıtır ama yine de özleriz.

Söylenmemiş bütün sözlerdedir hüzün. Aşk kokar, yorgun bakar bize, usul usul çalar şarkılar içimizde, dilimiz hep sus pus. Gün geceye mecburdur, demlenmiş sevgiler vedalarını getirirler arkalarından mecburen. Çevrilmemiş bütün sayfalar da yoldaştır yanımızda.. Birdenbire alevlenir o sayfalar, yakar yıkar yeniden. 
Satırlar mühürlenmemiş zarflardan akar, tam da sol yanımıza oturur. 
Kapanmamış dosyalar kabarıktır, tozlu raflarda yer almadan önce öç alırlar bizden.

Siyah beyaz bir film oynar aklımızda, tarihsiz ve mevsimsiz. 
Başrol hep başkasınındır bu filmde. Alkışlanacak bir son yoktur ama hayat yine bilir yapacağını ve biletini yanımızda ki koltuğa keser.

Yollar ıssızdır, uzundur en kısası bile. 
Yol yoldur. Nereye varacağını kestiremeyeceğin herşey yolun içindedir. Otobüsün tekeri döndükçe, su döner, hava döner, toprak döner, için döner... yüreğinde ki virajları son vitesle dönersin, tepetaklak.

Haneler ışıklıdır yol kenarlarında, gideceğin yeri değil de dönebilme ihtimalinin olduğu yeri seversin. 
Tenekeler çiçeklerle doludur kapı önlerinde, kerpiç evler dizilmiştir yamaçlara, gözünü dikersin uzaklara ve hep kendi evini özlersin.


Dinlenme tesislerinde mola verdiğinde kaptan, tam gaz yola devam edersin. Sabaha karşı başına üşüşür tekmil anılar, arkanı dönmeye korkarsın.


('KİTAP' adlı projemden alıntıdır.Her hakkı saklıdır © Sonbahar 2010 tarihli yazımdır.)


5 Ocak 2012 Perşembe

    Bağışıklık Sisteminin  Antitümör Etkisi
    
İnsan vücudunda tümöre karşı çeşitli savunma  mekanizmaları vardır, bunların başında immün sistem denen bağışıklık sistemi gelir. Bağışıklık sistemimizde tümörle mücadele eden 3 ana hücre mevcuttur;  
  • sitotoksik T lenfositler,  
  • Natural Killer (doğal öldürücü) hücreler 
  • makrofajlar (çöpçü hücreler). 


1-SİTOTOKSİK T LENFOSİTLER
Lenfositler bağışıklık sisteminin ana hücreleri olan akyuvarlardandır, B ve T tipi olarak ikiye ayrılırlar. ‘Sitotoksik’ terimi, kelime anlamıyla ‘hücre üzerindeki toksik etki’ demektir ki bu hücre bazen insan hücresi, bazen bakteri-virüs-mantar gibi mikrobik hücre, bazen ise tümör hücresidir.   Bu sitotoksik etki birçok kemoterapi ilacının da ortak etki mekanizmasıdır, yani bağışıklık sistemimizde kemoterapotik ajanlarla aynı etkiyi gösteren hücreler, sitotoksik T lenfositler mevcuttur. Hergün çeşitli dış etkenlerle vücudumuzda çeşitli kanser hücreleri oluşabilmektedir ve bizim haberimiz bile olmadan ‘sitotoksik T lenfositlerimiz’ bunlarla mücadele etmektedir.

2-DOĞAL ÖLDÜRÜCÜ (NATÜREL KİLLER)HÜCRELER
Doğal öldürücü hücreler adı verilen NK hücreleri, savunma sistemimizin, tümör hücrelerini önceden duyarlanmaya gerek duymadan direkt öldürebilen tek bireyleridir. T hücrelerinin immünolojik olarak algılayamadığı birçok insan tümör hücresini, IL-2 adı verilen bir aracı molekül ile uyarıldığında, algılar ve öldürürler. Doğal öldürücü hücreler, IL-2 ile aktive edilirler ve doğada vücudumuzdaki IL-2 seviyesini artırdığı saptanan pek çok madde vardır. Kekik, lavanta, limon kabuğu, meyan kökü, jujube meyvesi, bunlardan yalnızca birkaçı… Dikkat edilmesi gereken unsur, tümör destek tedavisinde bu maddelerin direkt çay şeklinde alımının doz açısından yetersiz geleceğidir, konsantre formlarının dozlarının hastanın yaşına ve o andaki muayene bulgularına göre dikkatle bir uzman tarafından ayarlanması gerekir.Doğal öldürücü hücreler olan NK hücreleri vücudun kanserle mücadelesinde ilk basamaktır, çünkü önceden duyarlanmaya gerek duymaz.

3-MAKROFAJLAR
 Makrofajlar, bağışıklık sisteminin  ‘çöpçü hücreleri’ olarak bilinirler, ‘fagositoz’ diye adlandırılan içine alıp yoketme yöntemi ile yabancı maddeleri vücuttan uzaklaştırırlar. Deneysel olarak, aktive olmuş makrofajlar, tümör hücrelerine karşı sitotoksik etki gösterirler. Üstelik sitotoksik T hücreler ve NK hücreleri ile de işbirliği halinde çalışırlar. Bu T hücreler ve NK hücreleri aktive olunca birtakım maddeler salarlar  (interferon gama gibi) ve bu maddeler de makrofajları aktive eder.



http://www.herbalistatabay.com/immun.htm sitesinden alıntıdır.

30 Aralık 2011 Cuma

Yeni hayatıma doğru pupa yelken 6 - Al baştan...



Al baştan...

29 Aralık 2010 günü yapılan acil tahlil ve görüntüleme sonuçlarından sonra, ertesi gün 30 Aralık 2010'da ilk ameliyatımı olmuştum. 

Geçen sene, yeni yılı hastanede karşılamıştım ama bu sene evimdeyim ve canımın istediğini yapabiliyorum. 
Hayattayım. 
Nefes alıyorum, içime taze güzellikler doldurup yola devam ediyorum. 
 
Tam bir sene geçti yolculuğum başlayalı, ne ben eski benim, ne de dünya eski dünya gözümde...

Bunu böylece yazabilmek için bugünü bekledim çünkü bugün bahşedildi bana yeni bir hayat... 
Ameliyatımdan yirmidört saat sonra, kendime sade bir türk kahvesi sipariş vermek üzere hastanenin bahçesine indiğimde hava buz gibi soğuktu ve aslında pek de bir şeyin farkında değildim. Günlerden 31 Aralık 2010 Cuma idi.
Bugün 31 Aralık 2011 Cumartesi ve kemoterapi tedavim devam ediyor. Kanser olmuştum ve benim ki biraz fazla dirençliydi ... pek öyle kolay yakamı bırakmayacaktı, belliydi. Onu tanıdıktan sonra, onunla arkadaş olmaya karar verdim çünkü biraz edepsiz olduğundan, karşı durduğumda bana saldırıyor ve güçleniyordu. 
Karşı karşıya değil, yan yana durmaya karar verdim onunla. 

Herşeyin miadı dolardı nasılsa hayatta, bizimkinin de bir 'son kullanma tarihi' vardı elbette.

Sizlere yeni yılı karşılamamıza saatler kalmışken yazmadan edemeyeceğim bir kaç önerim var; 

Seviyorsanız, şimdi sevin. 
İstemiyorsanız, şimdi bırakın.
Söylemiyorsanız, şimdi söyleyin. 
İstiyorsanız, şimdi alın.
Gidiyorsanız, buyrun gidin.
Gelecekseniz, şimdi gelin.
Yapacaksanız, şimdi yapın.
Vazgeçecekseniz, şimdi vazgeçin. 
Pişmansanız, şimdi üzülün. 
Yollara çıkacaksanız, şimdi çıkın.
 
Hayat, aşk ve inanç ile...

Sağlıklı bir yıl diliyorum.



     
    


26 Aralık 2011 Pazartesi

Yaldızlı kağıtlara sarılmış kestane şekerleri zamanında aşk...

Aşk-ı hayat!

Kasım ayında toprağa ektiğin nergis ve sümbül soğanlarının yavaşça baş vermesini izlemektir hayat...

O kadar tarifsiz bir aşktır hayat...
Toprağın o filizleri içinden çıkartan gücü, aşktan gelir.

Herşey zamanını bekler, kendi tayin ettiği zamanda gelir aşkta...


Bir nefesliktir aşk... 

ve hayatın kendisinden başka bir şey değildir!

7 Aralık 2011 Çarşamba

Ne demek istediğimi - tek çizgi üzerinde parmak uçlarında yürüdükten sonra - anlayacaksın

İlla ki, önce o çizgide şöyle bir ileri geri parmak uçlarında yürüyeceksin... yürüyebilmek ne demek anlayacaksın.

Yalpalayarak öğreneceksin tek çizgi üzerinde ayakta kalmayı.

Nefes nefese kalacaksın korkudan...

İç dengeni sağlam tutmaya çalışarak kendine hükmedeceksin.

Parmak uçlarının eğer istersen ne kadar güçlü olduğunu göreceksin.

Sonra, herşeye rağmen yürüyeceksin.

Belki düşeceksin ama sonra içinden gelen bir 'coşku' ayaklarının üzerine kaldıracak seni...

İşte tam da o coşkuyu bulduğun yerde dindireceksin acıları.
 



Sonra ne demek istediğimi anlayacaksın.



27 Kasım 2011 Pazar

Geminin kaptanı benim! Dümen ben nereye dersem oraya gider!

37 senelik dostumun koluna girmişim, beraber çıkacağımız gemi yolculuğunun hayalini kuruyorum...

23 Kasım 2011 Çarşamba

Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu'na saygı ve sevgiyle...

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Onur Hamzaoğlu, Dilovası’ndaki kanser vakalarına, anne sütündeki ve bebek kakasındaki ağır metallere ilişkin araştırmalarını kamuoyuyla paylaştığı için mesleki etik açısından haklı bulundu.

Kocaeli Üniversitesi Etik Kurulu’nun Prof. Hamzaoğlu’na önce ‘kınama’ cezası vermiş, bunu da ‘iyi hal’den ‘uyarı’ya çevirmişti. Bunun üzerine Prof. Hamzaoğlu, Türk Tabipler Birliği’ne (TTB)başvurarak meselenin meslek etiği açısından incelenmesini istemişti. TTB Merkez Konseyi de, Prof. İoanna Kuçuradi, Prof. Betül Çotuksöken ve Prof. Harun Tepe’ye başvurarak meselenin etik ve akademik özgürlük açısından incelemesini istedi. Üç profesörün hazırladığı rapor önceki önceki gün Türk Tabibleri Birliği Merkez Konseyi’ne ulaştı.
  
Çevre ve Halk Sağlığı Sorunları Karşısında Bilim İnsanının Sorumluluğu Sempozyumu

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yeni Kurul Salonunda 23 Kasım 2011 Çarşamba günü (09:30-18:00) gerçekleşti. 



20 Kasım 2011 Pazar

Hayata dair... Hergün birşey YARAT!

3 Kasım 2011 günü tekrar başlayan kemoterapi tedavim bu kez daha uzun sürecek bunu biliyorum... 
Bilemediğim bir çok şeyin arasında kendimi bu mücadeleye hazırlamaya çalışmam hiçte kolay olmuyor... Ama hergün uyandığımda bugünde 'AYAKTAYIM VE NEFES ALABİLMENİN KIYMETİNİ BİLİYORUM' diyorum kendi kendime..

Uykusuz geceler olabiliyor ama kendimi zorlamadan bir şeyler ile meşgul oluyorum, içimdeki küçük sanatçıya emirler yağdırıp 'yarat' diyorum, hergün bir şey YARAT! 

Hep hayalini kurduğum ve herzaman yaşadığım yerde küçükte olsa bir atölye masam vardı. Bir şeyleri boyadığım, kestiğim, değiştidiğim, dönüştürdüğüm , renkten renge ve bir şekilden bir başka şekile soktuğum ufak tefek şeylerim... deniz kabuklarım, iplerim, yünlerim, fırçalarım, kumaş parçalarım, tahta ve cam objelerim, tuvallerim ...

Aslına bakarsınız,günümüzden 500 -600 yıl önce her türlü hastalığın tedavisinde zamanın ilaçlarının yanısıra 'meşguliyet ile tedavi' uygulanırmış. O zamanın Darüşşifalarında (hastanelerinde) meşguliyet ile tedavi odaları varmış. Hastalar, kendilerine iyi gelen bir el işi ile uğraşıp huzur bulurlarmış.
Ne varsa eskide var diyesim geliyor...


Anlayacağınız benimde bir 'meşguliyet odam' var evde. Huzur bulduğum, kendimi tedavi ettiğim.

Kemoterapi tedavisi sırasında ilaçların yan etkileri olabiliyor. Bazen kitap bile okuyacak enerjiyi bulamıyorum kendimde ama bunların geçici olduğunu bildiğim için rahatlatmaya çalışıyorum kendimi... İyi hissettiğimde oturuyorum masamın başına ve inanın bana meşgul olduğum zaman daha çabuk üstesinden geliyorum sıkıntıların. 

Sizlere iyi gelecek bir kaç tavsiyem var; bunlar ne doktor tavsiyesi ne de psikolog ya da psikiyatrist tavsiyesi... 11 aydır tecrübe ettiklerimden yola çıkarak yazıyorum bunları...




  • İsteksiz bile olsanız, kendinizi meşgul edecek bir uğraş bulun.
  • Hiç dikiş dikmediyeseniz bile deneyin, boyalar ile oynayın, boncuk dizip bir şeyler yaratın. Deneyin.
  • Yün örerek ya da tığ işi yaparak hem elinizi hem zihninizi rahatlatın.
  • Maket yapın, yapboz ile oynayın. 
  • Fırçayı ya da spatulayı hiç elinize almadıysanız bile alın, çizin, boyayın, baskı yapın. Deneyin.
  • İş yaparken sevdiğiniz müziği dinleyin. 
  • İlginizi çeken herhangi bir işle uğraşın, bırakın elleriniz, zihniniz, duygularınız size yardım etsin, bir şeyler yaratın.
  • Yarattıkça ve uğraştıkça yaşam enerjiniz artacak, daha güçlü daha sağlıklı hissedeceksiniz, inanın bana.    
  
   Ruhunuza iyi gelmesi dileği ile...

2 Kasım 2011 Çarşamba

AÇIK MEKTUP – ‘Hamdım, pişiyorum, ...’ - Mevlana Celaleddin Rumi


AÇIK MEKTUP – ‘Hamdım, pişiyorum,...’   




29 Aralık 2010. İlk teşhis. Over kanseri. Erken evre tanısı.
30 Aralık 2010 İlk ameliyat.
11 Ocak 2011 İkinci ameliyat.
7 Şubat 2011  6 kür Kemoterapi tedavisi başlangıcı.
17 Haziran Kemoterapi bitiş. Sonuç iyi. 

17 Ağustos 2011 ilk genel kontrol. Sonuç iyi.
25 Ekim 2011 ikinci genel kontrol.
26 Ekim 2011 Tomografi ve PET Scan sonuç raporları: Karın içinde nüks ve metaztasa uyumlu. 

‘Hayat bir hediye’ adlı yolculuğum 29 Aralık 2010  tarihinde başlamıştı. Zor günlerim oldu ama bitti şimdi demiştim. Yeni hemde yepyeni gözlerle baktığım hayatıma pupa yelken açılmış ilerliyordum... Ailemin, ikizimin, dostlarımın, arkadaşlarımın ve ‘kıymetlilerim’ dediğim öğrencilerimin desteği ile...

26 Ekim 2011 de bir başka gerçek ile yüz yüze kaldığımda  ilk defa isyan ettim, ilk defa ağladım. 

Tekrar ve daha uzun sürmesi planlanan bir başka kemoterapi tedavisine zaman kaybetmeden başlanmalıydı. Allahsız, edepsiz bir tümör yakama yapışmış bırakmıyordu beni.

Ağzımdan ilk çıkan sözleri bağıra bağıra söylememe rağmen duymamışım. Sonra söylediler.

‘Biri gelsin bunu bana açıklasın!!!’

‘Susturmayın beni! 10 aydır ilk defa ağlıyorum’ dediğimi hatırlıyorum.

Hayatta bazı şeylerin açıklanmasının ne kadar da zor olduğunu ya da belli bilimsel söylemlerden ileri gidemediğini o gün öğrendim.

Bu yolculuğa herşeye rağmen devam edebilme gücünü hissetmek istiyorum...


Saksıya ektiğim maydonozları belki bir haftadır hiç sulamadığımı fark edip baktığımda gördüm ki boy atmışlar, yapraklanmışlar...
İşte böyle bir şey yaşamak dedim kendi kendime,
Hayat durmuyor! Bazen ‘kendinde’ durduğunu düşünsen bile durmuyor... asla durmuyor...

İnsanlar doğuyor, ameliyat kapısında bekleyenlerin acısını görüyorsun, sokakta hiç tanımadığın bir adamın senin yüzünde ki endişeyi hissedip iç çektiğini sonra dönüp parkta umursamazca oynayan bir çocuk görüyorsun, öte yanda depremde kardeşlerin ölüyor ama sen hala dil -din - ırk ayırıp birilerini düşman belliyorsun, başına bir felaket geldiğinde aynı Tanrıya, yüreğinde ki, dışında ki her nerdeyse orda ki Tanrıya yalvarıp yakarıyorsun... O sırada biri en alt katta ameliyathanede  masada gözünü kapıyor, başka biri açıyor... güneş her ihtimalde doğuyor!

‘Adam gibi’ acıları, ağrıları oluyor insanların. Şahitlik yapıyorsun onların kuytulardaki kederlerine. İçin ağlıyor, ama birbirine yardım ediyorsun. Bir bakış bazen bir hayatı bitirirken, bir başka bakış bir hayat veriyor. Elele durdukça güçleniyorsun. 

Yarın 3 Kasım 2011 Perşembe. Kemoterapi tedavim başlıyor ve ben bu kez 2. cephede savaşa çıkıyorum.
Komutan yine benim, askerlerim ve ben yorgunuz ama umutlu...

Hepiniz Allaha emanet olun.
Hakkım varsa da hakkınızı helal edin.

Daima ‘Aşk’, İnanç ve Kardeş hayatlarla,
ahu.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Müziğin tedavi gücü - Müzik ile tedavi bilimsel destek







Müziğin Tedavi Gücü 
Müziğin psikolojik rahatsızlıklar üzerindeki tedavi edici etkisi ilk çağlardan bu yana bilinen bir yöntemdir. Osmanlılarda müzikle tedavi en parlak dönemlerinden birini yaşamıştı. Orta çağda ve batılı ülkelerde ruhlarına şeytan girdi diye akıl hastaları, insanlık dışı ağır işkencelere maruz bırakılırken Sultan 2. Bayezit Edirnede 1488 de mimar Hayrettin'e inşa ettirdiği külliyenin darüşşifa (akıl hastanesi) bölümünde hastaları müzik'le tedavi ettiriyordu.


Müziğin tedavi gücü, aslında Osmanlı Türk ruh hekimlerinin bir buluşu değildi. Fakat, bilimsel çalışmaları ile ruh hekimliği alanında da, çağdaşlarına göre yüksek düzeye ulaşmış Osmanlı Türk ruh hekimleri, hastaların müzikle tedavi konusunda bir hayli ileri gitmiş, İbn-i Sinâ, Râzi, Farâbi gibi Türk bilginlerinin öncülüğünü yaptığı müzikle terapi, günümüz modern tıbbına da ışık tutmuşdur.


Evliya Çelebi'ye göre "müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu etkisi konusunda yeteri bilgi ve deneyime sahip darüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli müzik makamları dinletiyor, kalp atışlarının hızlanıp yada yavaşladığına bakıyor, yararlandıkları uygun melodiyi belirliyor, şikayetleri ve benzer hastalıkları bir araya getiriyor, darüşşifanın müzik ekibine haftanın belirli günlerine konserler tertipletiyordu. Evliya Çelebi, zihni açma, hafıza ve hatırları güçlendirmede İsfehan, aşırı hareketli, heyecanlı hastaları sakinleştirmede Rehavi, sıkıntılı, karamsar durgun ve neşesiz hastalarada Kuçi makamının iyi geldiğine seyyahatnamesinde belirmişti.

Felsefe, tıp, matematik, astronomi, musiki gibi bilim dallarında eserler veren İslam âlimi Yakup El Kindi'nin tüccar komşusunun oğlu birdenbire hastalanır. Hastalık, tüccarın işlerini sekteye uğratır; çünkü her işi oğlu yönetmektedir. Hastalığa çare bulunamaz. Bir arkadaşı tüccara, bu hastalığı ancak Kindi'nin tedavi edebileceğini söyler. Tüccar, komşusu Kindi'yi bilmektedir ama şimdiye kadar sürekli aleyhinde konuşmuştur. Yine de aracı vasıtasıyla ondan yardım ister, Kindi de kabul eder. Hastanın nabzını kontrol ettikten sonra musikide hünerli öğrencilerinden birkaçını çağırır. Onlara ne çalmaları gerektiğini söyler ve sürekli o musikiyi icra etmelerini ister. Dakikalar geçtikçe nabzı kuvvetlenen ve nefesi canlanan hasta bir süre sonra kımıldamaya, oturmaya ve konuşmaya başlar. Kindi, tüccara, "Oğluna ne sormak istiyorsan sor?" der. Sorular sorulup cevaplar alındıktan sonra hasta yeniden eski haline döner. Baba müzisyenlerin devam etmesini isteyince Kindi, "Hasta son gayretini gösterdi. Fazlasına imkan yok; çünkü ömrü tamamdır." diye konuşur.


Büyük islam bilgin ve filozoflarından İbn-i Sina ( 980-1037), musikinin tıpta oynadığı rolü şöyle tanımlamaktadır: "Tedavinin en iyi yollarından, en etkililerinden biri, hastanın akli ve ruhi güçlerini arttırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, ona en iyi musikiyi dinletmek, onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir."

 

 

 

Müzikle Tedavi Bilimsel Destek

Enerjinin biçimleri vardır. Isı, ışık, ses, madde ve sanal gerçeklik, ruhsal gerçeklik. Göremediğimiz ama hissettiğimiz bazen de hissedemediğimiz enerji bantları kendi dalga boyu penceresinden beynimize girer.
İlgili duyu organı tarafından elektrik enerjisine dönüştürülür. İnsan beyninde 'müziği takdir yeteneği' olduğu, bebekler üzerinde yapılan deneylerle doğrulanmıştır. Müziği, beyinde mutluluk, neşe, elem, öfke, nefret gibi alanları tetikleyen bir enerji bandı olarak tanımlamak doğru olur.
Beyin haritalama tekniği (PET) çalışmalarında ses, ritim, melodi, vurgu ve armoninin beynin sağ yarımküresinde; frekans ve ses şiddetindeki değişmelerle birlikte müzikle ilgili düşünce kalıplarının beynin sol yarımküresine kaydedildiğini gösteriyor. Diğer taraftan korku, öfke, keyif gibi etkiler duygusal bellek ve düzenleyici olan limbik sisteme işleniyor. Müzikle çok ilgilenenlerin beyninin orta kısmında köprü görevini gören 'corpus callesum' bölgesinin fazla genişlemiş olduğu ifade ediliyor.
Müzikte duygularını harekete geçirenler, limbik sistemi konuştururlar. Müzikte düşüncelerini harekete geçirenler, öğrenirken müziksel unsurları kullanarak, sol beyinlerini de işe katar. Müzik kulağı olanlar öncelikle sağ beyinlerini iyi kullanır.



müziğin tedavi gücü





Buddha - Picasso

                  
Zihin herşeydir. Ne düşünürseniz, o olursunuz. Buddha








Hayal ettiğiniz herşey gerçektir. Picasso                                                                                 
                                                                                                                             

 

23 Ekim 2011 Pazar

Port kateter nedir?

Göğüs üst kısmına cilt altı yerleştirilen bir ucu ana toplar damar diğer ucu cilt altında olan ve buradan ilaç uygulamalarına imkan veren suni damardır.
Port kateter avantajları nelerdir? 
Kanser hastalarında kemoterapi uygulamalarında damar yolu bulması  zor olabilir. Port kateter takıldığı zaman ise her seferinde damar yolu aranmasına gerek kalmadan suni damara ilaç verilir. Ayrıca en önemli takılma nedeni uzun süre verilmesi gereken serumların (örnek: 48 saat boyunca verilecek ilaçlar gibi) hastanın hastaneye yatmadan port kateter (suni damar) ve buna bağlanan küçük bir pompa (infuzör) aracılığı ile verilebilmesidir. Aksi takdirde bu tedavilerin verilebilmesi için her seferinde hastanın hastaneye yatırılması gerekir. Oysa ülkemiz koşullarında boş yatağın gerekli olduğu zamanda olamaması, tedavinin gecikmesine; yada uygun zamanda yatsa bile her seferinde hastane ortamında geçirilen bir tedavi sürecine yol açacağından ideal olmayacaktır.
Port kateter takılması riski varmıdır? Takılırken en önemli risk suni damarın ucunun akciğere zarar vererek akciğerde sönme yapabilmesidir. Bu sönme su altı tüpü denilen bir vakum sistemi ile birkaç günde tedavi edilebilir. Ancak tecrübeli bir hekim tarafından port kateter takılmasında akciğer zedelenmesi oldukça nadirdir.
Bir diğer risk ise enfeksiyon olup gerekli temizlik ve bakımla nadir görülür.
Port kateter bakımı nasıl yapılır?
Port kateter ilk takılması ve pansumanı sonrasında ayrıca sürekli bir pansumana gerek yoktur. Zaten cilt dışında var olan bir sistem değildir. Dolayısı ile pansumana ihtiyaç olmaz. Sadece port içerisindeki kanın pıhtılaşıp portu tıkamaması için periodik olarak kan sulandırıcı ilaç ile yıkanması yeterlidir.
Port kateter ne kadar kalabilir?
Eğer port ile ilgili bir sorun yok ise yıllar boyu kalmasında sakınca yoktur.
Herkesin taktırması gerekirmi?
Eğer damar yolu bulunamıyorsa mutlaka, uzun süreli ( örnek: 48 saatlik tedavi) tedavi alması gerekiyorsa bu tedaviyi hastaneye yatmadan alabilmesi için port kateter takılması uygun olur.

Tıklayınız.http://gungorutkan.com/sayfa1.asp?id=734 adresinden alıntıdır.